Sigara nasıl Üretilir?

Sigara nasıl Üretilir?
Sigara nasıl Üretilir?


Tarihçesine baktığımızda çok eski zamanlara dayanır,ama kimin bulduğu üzerine kesin bir bilgi yoktur sadece M.Ö. 18. yy'da Amerika kıtasına,İspanyolların getirdiği sanılmaktadır. İlk çıkış amacının sindirim sorunu çekenlerin sorunlarını gidermek için çıktığı daha sonra yüksek bağımlılık yaptığı ve çok zararlı olduğu anlaşılıp bu yöntemden vazgeçildiği konusunda net olmayan bilgiler vardır.
Sigara konusunda dünyanın en büyüklerinden biri British American Tobacco Samsun fabrikasıdır. Dünyada %13 lük bir paya sahip olan bu şirketin tek ve en büyük rakibi Filips Morris dir. Bu şirketler bünyelerinde mühendisler,pazarlama birimleri, gibi bir çok ekip bulunduran dev şirketlerdir. Peki bu fabrikalarda sigara nasıl üretilir?
İlk olarak çeşitli yerlerden farklı özelliklere sahip her biri 200 kg.olan balyalanmış tütünler fabrikalara geliyor. Bu tütünler yaklaşık %8-10 nemlilik oranında olduğu için ufalanacak seviyedeler.  Bu tütünlerin nem oranını tutturmak için ilk başta şok buhar uygulaması yapılarak tütünün gözenekleri açılıp daha sonra yıkanarak yaklaşık %25 lik bağıl neme ulaştırılıyor.Bu işlemden sonra tütün esneklik kazandığı için 1 milimetre çapında ufak parçalar halinde kıyılıyor.Şok şeklinde sıcaklık uygulanıp tütünün şişerek patlama şeklinde dağılmasından faydalanarak daha çok hacimde tütün elde ediliyor. Farklı tütünlerin kimyasal özellikleri belirlenip hangi marka sigara üretmek istiyorlarsa o sigara için hazırlanmış reçeteye bakıp tütünlerin özelliklerine göre büyük kazanlı makinalarda harmanlıyorlar. Endüstri mühendislerinin ürettikleri sigara filtreleri ve kağıtlarını kullanarak bu tütünleri makinelerle sarmaya başlıyorlar. Bu makineler sayesinde dakikada 10 bin adet sigara üretimi yapıyorlar. Farklı ülkelerin farklı damak tadları olduğu için üretilen prosesin Ar-Ge sini nasıl yapıyorsunuz diye sorulduğunda çok ilginç bir cevap veriyorlar. Üretilen prosesi belli bir özel içicilerinin belirlediğini söylüyorlar. Şaka sanılan bu durum gerçekmiş ve bu içiciler yaklaşık 30 senedir bu firmanın bünyesindeler.Sadece bunlar değil tabi,dumanının özelliğine göre de kontrol yapıyorlar.
Devamini Oku..

Kuyruklu yıldızların neden kuyrukları vardır

Kuyruklu yıldızların neden kuyrukları vardır
Kuyruklu yıldızların diğer gökcisimlerinden farklı ve gizemli şekilleri,aniden ortaya çıkıp bir süre sonra yok olmaları onların tarih boyunca insanlar tarafından Tanrıların habercileri olarak algılanmalarına yol açmıştır.Onların ölüm ve felaket habercileri olduklarına , kuraklık,sel,açlık gibi büyük doğal afetlerin ve salgın hastalıkların hatta her iki dünya savaşının da o sıralarda görülen kuyruklu yıldızlardan kaynaklandığına inanılmıştır.Milattan önce 43 yılında Sezar'ın ölümünden sonra çok parlak bir kuyruklu yıldız görüldü ve onun Roma imparatorunun göğe yükselen ruhu olduğuna inanıldı.Böylece kuyruklu yıldızlardan ünlü kişilerin ölüm haberlerini almak gibi bir boş inanç daha yerleşti.
Bilim insanları güneş sistemimizden çok uzakta ama yine güneş çekimine bağlı olarak bir yörüngede dönen,her birinin kütlesi ve boyutu dünyamızdan çok az olan kirli kar topu şeklinde milyarlarca kuyruklu yıldız olduğuna inanıyorlar. Bu görüşe göre başlangıçta görkemli kuyrukları olmayan bu gök cisimlerinden bazıları sistem içindeki karşılıklı çekim güçleri nedeni ile güneşe doğru hareket etmeye başlıyorlar.Güneşe yaklaştıkça,dış katmanlarında donmuş halde bulunan uçucu gazlar hızla buharlaşmaya başlıyorlar.Güneşe yaklaştıkça cismin etrafını gaz bulutu olarak sarıyorlar.
Güneş yüzeyinde devamlı patlamalar olduğundan ve uzaya büyük hızlarla gaz bulutları fırlatıldığından cisim güneşe iyice yaklaştığında bunların etki alanına giriyor ve etrafındaki gaz bulutu güneşin tersi yöne doğru savrularak bir kuyruk görünümünü oluşturuyor. Bu nedenle kuyruklu yıldızların kuyruklarının yönleri hep güneş yönünün ters tarafındadır. Kuyruklu yıldızın kuyruğunun parlaklığına güneş ışınlarının gaz bulutu ve parçacıklardan yansımaları neden olur. Aslında büyüklüklerine bağlı olarak kuyruklu yıldızlar kuyruklarından sürekli madde kaybederler.Sonunda gök taşları haline gelen kuyruklu yıldız kalıntıları, dünya yakınından geçerken bize akan yıldız yağmurları olarak görünürler.
Eğer dünyamız bir kuyruklu yıldızın kuyruğu içinden geçerse ne olur? Bu, korkulacak bir şey değildir. Çünkü kuyruklu yıldızların kuyrukları yoğun değildir ve dünyanın bu kuyruk içinden geçmesi ona hiçbir şekilde etkide bulunmaz. Nitekim Halley kuyrulu yıldızı 1910 da geldiğinde dünya onun kuyruğunun içinden geçmişti ve bunun yeryüzüne zararı olmamıştı.Zamanımızda kuyruklu yıldızların normal gök cisimleri oldukları biliniyor. Bunlar çok büyük hacimli kuyruklarından dolayı korkutucu görünen aslında küçük ve hafif cisimlerdir. 12.yüzyılın ortalarından itibaren bilimin bunların yapıları ve ne olduklarını çözmeye başlamasından sonra halkın peşin hükümleri ve korkuları kaybolmaya başlamıştır.
Devamini Oku..

Bitkiler müzikten etkilenir mi?

Bitkiler müzikten etkilenir mi?
İnsanlar günümüzde doğayla ellerinde olmayan sebeplerle içli dışlı olamıyor.Bu durumda çiçekleri evlerine taşıma gereği duyuyorlar.Ya da güzel bir balkona veya bir bahçeye sahipseniz rengarenk çiçeklerle donatmak geliyor içinizden.Onları soldurmadan yaşatmanın yollarını arar oluyor sonra insan.
Çiçek yetiştiricilerine göre çiçekler müzikten olumlu etkileniyor ve solmaları gecikiyor diyorlar.Peki bitkiler müzikten etkilenir mi?Bilim adamları bu konuyu ne kadar araştırmak isteseler de bitkinin beyni olmadığı için araştırmaları sonuçsuz kalmıştır.Ancak bilime bağlı kalmaksızın müziğin bitkinin gelişmesine katkı sağladığını söyleyenler olmuştur.Bilimsel anlamda bu duruma bir açıklık getirilmemiş olsa bile sizler deney yoluyla kendiniz gözlemleyebilirsiniz.Müziğin çiçekler üzerindeki olumlu etkisini sizlerde göreceksiniz.
Devamini Oku..

İnsanlar nasıl bitlenir

İnsanlar nasıl bitlenir
Saç bitleri insan saçında yaşayan ve üreyen çok küçük,kanatsız,günde 2-8 kez kan emerek beslenen gri böceklerdir.Sirke denilen yumurtaları görmek bitin kendisini görmekten kolaydır ve genellikle enseye yakın,kulakların arkasında ve başın arkasında saç tellerine tutunmuş halde bulunurlar. Sirkeler kir veya kepek gibi yıkanarak temizlenemezler.Önce etkili bir ürünle öldürülmeli sonra bu amaç için yapılmış ürünün kutusundan çıkacak olan özel bir tarak ile saçtan temizlenmelidir.
Saç biti insan vücudu dışında sadece 48 saat yaşayabilir ve evcil hayvanlar üzerinde yaşayamaz.Sirkeler ise insan vücudu dışında kumaş ve battaniye üzerinde 1-15 gün canlı kalabilirler.
Bitlenmenin yaygın olarak düşünüldüğü gibi pislikle bir ilgisi yoktur;aslında bit temiz,sağlıklı saçı,kirli saça tercih eder.Yetişkin ya da çocuk herkes bitlenebilir.En yaygın belirtisi başın ve ensenin şiddetle kaşınmasıdır.Saç biti son derece bulaşıcıdır. Tarak,fırça,eşarp,yastık,şapka ve tüylü oyuncaklar gibi paylaşılan kişisel eşyalar ile yayılırlar.Tekrarlanan salgın riskini azaltmak için bu eşyaları paylaşmaktan kaçınılmalıdır.
Devamini Oku..

Rüyalarımızı nasıl hatırlarız

Rüyalarımızı nasıl hatırlarız
Asıl yaşamımız,rüyalarımda uyandığımızda başlar..demiş düşünür.Malu üçüncü boyutta yaşıyoruz ve tekamül etmek gibi ruhsal derslerimiz ve ödevlerimiz var.Bize insan deniyor bu yüzden.Lakin evren tek boyutlu değil,11 boyutlu olduğu bile söyleniyor.Son günler de de bir hayli diğer boyutlardan da bahsetmeye başladık.Bir paralel evrenler muhabbetidir gidiyor.Demekki birileri başka boyutlarında varlığından haberdar yada olguyu çoktan deneyimliyor bile,kim bilir..
Rüya görme vakitlerimizde de bir nevi kısa süreli bir ölüm halini deneyimliyor gibiyiz.Her seferinde olmamak kaydıyla,rüyadayken tıpkı bir astral yolculuk yapıyor gibiyiz.Çünkü bedenimiz fonksiyonlarını yitirmiş,tabiri caizse rölantiye almış durumda kendini,bir makine gibi.O esna da ruh da özgürlüğün tadını çıkarıyor ve yattığımızda yorgunsank şayet uykuda bilinçaltımız devreye giriyor.Bize o süreçteki yolculukta,uykuya hangi problemimizle ilgili düşünceleri keskin noktaları değiştirmemiz gereken özelliklerimizi sembolleştiriyor.Bir televizyon ekranı gibi kendi sembol diliyle bizi bize projekte ediyor. Uyandığında herkes kendi filminin hikayesini anlatıyor yani.
Uyku öncesi süreçte mümkün olduğu kadar rahat bir zihinle uykuya dalarsak bizim için daha net rüyalar görmek ve rüyalarımızı hikaye gibi hatırlamak okadar kolaylaşır.Bunun için uykuya dalmadan önce zihnimizi negatif düşünce ve sorunlardan arıtmak kadar,bedenimizin temiz,rahat ve zinde olması da önemlidir.Örneğin ılık bir duş almak ve yatağımıza uzanıp 20 dakika kadar bizi sakinleştirecek bir müzik eşliğinde meditasyon yapıp gevşemek yada nefesle ilgili egzersiz yapmak işe yarar.
Devamini Oku..

Bir günün uzunluğu ne kadardır

Bir günün uzunluğu ne kadardır
Bu değişken bir şeydir.Bir gün,dünyanın kendi etrafında batıdan doğuya doğru yaptığı bir tam turdur.Bu asla tam olarak 24 saat sürmez.Elli tam saniye kadar daha hızlı yada daha yavaş olabilir. Bunun dünyanın dönüş hızının, gelgitlerin neden olduğu sürtünme,hava şartları ve coğrafi olayların etkisiyle sürekli değişiyor olmasıdır. Bir yıl boyunca ortalama bir gün,24 saatten saniyenin çok küçük bir dilimi kadar daha kısadır. Atom saateleri bu sapmaları kaydedince,şimdiye kadar güneş gününün tanımlı bir bölümü olan saniye birimini yeniden tanımlama kararı alındı.Yeni saniye tanımı 1967 de yürürlüğe girdi.
Devamini Oku..

İlk kot pantolonu kim.nasıl buldu

İlk kot pantolonu kim.nasıl buldu
Herşey 1848 yılında Amerika Kaliforniya a bir altın madeninin bulunması ile başladı.Altından para kazanmak isteyen herkes altın avına çıkıyor ve madenlerde çalışmaya başlıyordu.O dönemde adını daha sonra Levi Strauss olarak değiştiren Loeb Strauss abisi ile birlikte ticaret yapmak için Amerikaya göç etti.Birgün bir maden işçisi ona madende çalışan işçilerin pantolonlarının çok dayanıksız olup,çabuk yırtıldığını söyleyince,Levi Strauss'un beyninde şimşekler çaktı. Fransadan gelen denim kumaşları (pamuklu kumaştan yapılan kot pantolon) artık Amerikaya onun üzerinden geliyordu. Bu kumaşla dikilne pantolonların bukadar ilgi görmesinin nedeni kumaşın çok sağlam olmasından kaynaklanıyordu. Koyu lacivert rengin de kir göstermiyor olması iyi bir şeydi.
Levi Strauss 1853 yılında sadece kot pantolon üretimi yapan bir şirket kurdu.Şirketin adı şimdi milyon dolarlar değerinde olan Levi's idi. Çok kısa süre içinde kot pantolonlar özellikle madenciler, petrol işçileri ve kovboylar tarafından en çok talep edilen kıyafet haline geldi.Kovboylar ata bindikleri için,kotların dar olarak dikilmesi gerekiyordu.Buna da pantolonların arkasına 2 cep dikilerek çözüm getirildi.1900'lü yıllarda kot pantolon,günlük bir giysi halini alacakken,Levi Strauss 73 yaşında hayatını kaybetti.Strauss  öldüğünde Levi's şirketinin değeri 6 milyon dolardı.
Denim kumaşın kısa tarihini merak edenlere: Kot kumaşı olan denim,ilk kez 17. yüzyılda Fransa da yapılan çift katlı bir dokumadan üretilmişti.Bu kumaşlar dayanaklı olduğu için ilk kez gemilerin yelkenlerinde kullanılıyordu.Daha sonra 18. yüzyılda bu kumaş Fransa da tarla da çalışan köleler için kullanıldı.Bu kumaşlar dayanıklı olduğu için bunlardan tulum ve pantolon yapılıyordu.Bugünün aksine o dönem kullanılan bu kumaşların rengi siyah,yeşil ve kahverengiydi.
Devamini Oku..

Kafeinin ne kadarı zararlı

Kafeinin ne kadarı zararlı
Fazla miktarda kahve içimi de anormal zihinsel duurmlar oluşturabilir.Fazla kafein neden içmemeliyiz?İnsanların sıkılınca geleneksel olarak başvurdukları üç şey alkol,nikotin ve kahvedir.Alkol alınmasına ve sigara içilmesine sağlık kuruluşlarınca karşı çıkılmasına karşılık kahve içme alışkanlığı hiçbir zaman benzeri eleştirilerle karşılaşmamıştır.Halbuki fazla miktarda kahve içimi de anormal zihinsel durumlar oluşturabilir,kafeinin birden kesilmesi kendine özgü olumsuz belirtiler ortaya çıkarabilir.Günlük hayatımızda başlıca kafein kaynakları,kahve,çay,çikolata,kakao ve kolalı içeceklerdir.Kafein en çok kahvede bulunur,çay da ise kahvenin yarısı ile beşte biri kadardır.Bir fincan kahve de 85-100 mg,bir bardak çayda 60 mg kolalı içeceklerde ise 100-130 mg kafein bulunur.Bu nedenle kafein üzerindeki araştırmalar kahve üzerinde yoğunlaşmıştır.Kafeinli içecekler içildiklerinde vücut tüm kafeini emer,kandaki seviyesi 15-45 dakikada en yüksek seviyesine çıkar.Alınan  miktarın en azından yarısının vücutta kullanılıp atılmasına kadar geçen zaman yaklaşık 5 saattir.Kafein kandaki yağ asitlerinin seviyesini artırır,bu maddeler enerjiye çevrilerek vücut direncini artırırlar.Kafein sinir sistemine uyarıcı etki yapar,uykuya olan reaksiyon zamanını uzatır,canlılığı artırır.Birinsan kısa sürede 6-7 fincan kahve içerse,kafeine bağlı,huzursuzluk, uykusuzluk, ishal,kalp çırpıntısı gibi belirtiler görülebilir. Ancak kafein zehirlenmesi olabilmesi için günde 80-100 fincan kahve,125 bardak çay veya 200 kutu kolalı içecek içilmesi gerekmektedir ki bu da pratikte mümkün değildir. 5-10 gramlık kafein tozu erişkin bir kişiyi öldürebilmektedir.Kafein zehirlenmesi belirtileri sıkıntı,kusma,kalp çarpıntısı ve komadır.Kalbin urması ve solunum yetersizliği nedeniyle ölüm bile meydana gelebilmektedir.Aşırı kahve alımının şeker,gut,mide, bağırsak ve idrar yolları hastalıklarına da yol açtığı da ileri sürülmüş ama bu hastalıkların hiçbirinin nedeni le aşırı kafein alımı arasındaki ilişki kanıtlanamamıştır.
Devamini Oku..

Kalemi Kim icad etti

Kalemi Kim icad etti
Yazı dediğimiz şey,uygarlığın gelişmesi ve yayılması bakımından en önemli rol oynamış unsurlardan biri,belki de birincisidir. İnsanların düşüncesini ve yaptığı işleri,denemeleri,çalışmalarının sonuçlarını,belirli konulardaki başarı ve başarısızlıklarını kaydedebilmesi,yazı sayesinde mümkün olmuştur.Fakat bildiğimiz anlamda gerçek kalemin yapılmasından önce de yaz yazmak için kullanılan bazı gereçler vardı. Örneğin taş devri insanı yaşadığı mağaranın duvarlarına ilkel resimlerle,kendi çağına ilişkin bazı kayıtların günümüze kadar ulaşabilmesini sağlamıştır.İlkel insanın,parmaklarını bir takım bitkilerin renklli özsuyun ve avladığı hayvanlarınkanına batırarak,boya,mürekkep yerine bundan yararlandığı bilinmektedir.Daha sonraları,renkli ktı toprak parçacıklarından,tebeşirden yararlanmıştı.Çinliler yazıdan ziyaderesim figürü niteliğindeki harflerini deve tüyünden fırçalarla çiziktirirlerdi.
Büyük bir ihtimalle bildiğimiz anlamdaki kalem Mısırlılar tarafından yapılmıştır.Eski Mısırlılar,oyuk bir ince çubuğa bir bakır parçasını bağlıyorlardı.Bu ilkel kalemi,hokkaya batırılarak kullanılan eski tarz mürekkepli kaleme benzetebiliriz.Yunanlılar tarafından kaleme alınan ilk el yazısı 4000 yıl öncesine aittir.Yunanlılar bu iş için maden kemik veya fildişinden yapılmış bir kalem kullanıyorlardı.Kağıt yerine de bal tohumuyla kaplı tabletlerden yararlanmaktaydılar.Daha sonraları,ince bir tüpü andıran,oyuk ve özel olarak yarık yapılmış kamış kullanıldı.İlkel bir mürekkebe batırdıkları bu kalmele papirüs üzerine yazılar yazılıyordu.
Orta çağda kağıdın kullanılmaya başlamasıyla,kaz,kuğu ya da karga kanadı tüylerinden kalemler yapıldı.Bu tür kalemin ucu sivri ve yarıktı.Zaten İngilizce kalem kelimesinin karşılığı '' pen '' Latince tüy anlamına penna kelimesinden türemiştir.
Çelik uçlu kalemin kullanılmasına İngiltere de 1780 yılında başlandı.Fakat bu kalemin yaygın ölçüde kullanılması için 40 yıllık bir sürenin geçmesi gerekti.Modern yazı gereci olan dolmakalem,ilk olarak 1880 yıllarında,Birleşik Amerika da yapıldı.Dolmakalemin ucu,genellikle 14 ayar altından yapılıyordu.Ucun sivri noktasıda osmiridyum veya iridyumla sertleştiriliyordu.
Devamini Oku..

Burçların isimleri nereden geliyor

Burçların isimleri nereden geliyor
Güneş her zaman doğudan doğar ve batıdan batar ama her zamab aynı yerden değil.Yazın daha kuzeye yakın bir yerden doğup gökte bir yay çizerken bu yay gittikçe güneye kayar.Güneşin yıl boyunca çizdiği bütün yaylar bir kuşak veya bant oluştururlar.
Gezegen olup olmadığı hala tartışılan minik Pluton'un hafif kaçık yörüngesini saymazsak hemen hemen bütün gezegenlerin güneşin etrafındaki dolanma düzlemleri aynı olduğundan onlarda gökyüzünde bu kuşak içerisinde hareket ederler.Bu kuşağa burçlar kuşağı veya zodyak denilir.
İnsanlar tarih boyunca gökyüzünde gördükleri yıldızları daha iyi tanımlamak ve inceleyebilmek için onları gruplara ayırmışlardır.Bu gruplar tamamen hayali sınırlarla birbirlerinden ayrılırlar. Gruplamanın en büyük faydası bir yıldızın gökyüzündeki konumunu kolaylıkla belirleyebilmektir.Örneğin Londra nerede diye sorulduğunda 51 derece kuzey enlemi ve sıfır derece batı boylamında cevabı pek bir şey ifade etmez.Ama ingiltere denilince hemen anlaşılır.Yıldızların konumlarınıda gökyüzündeki koordinatları ile değil içinde bulundukları takımyılıdızının adıyla belirtmek daha pratiktir.
Bugün gökyüzünde resmen tespit edilmiş ve isimlendirilmiş irili ufaklı 88 takımyıldızı kümesi vardır.Bunlardan 12 tanesi burçlar kuşağına denk gelir,yani bu 12 takımyıldızı güneşin yıl boyunca çizdiği yay içinde yer alır ve her yıl aynı tarihlerde gökyüzünde aynı konumlarda görülürler.Bu takımyıldızlarının kapladığı alanlar eşit değildir. Ama Babilliler binlerce yıl önce zaman hesaplamalarını kolaylaştırmak için burçlar kuşağını 12 eşit parçaya bölmüşler , her parçaya denk gelen yıldızlar kümesine bir ad vermişler ve birer sembolle göstermişlerdir.
Ozamanlar dünya kainatın merkezi,gökyüzüde onun etrafında üzerine yıldızların yerleştirildiği kristal bir küre olarak düşünülüyordu.Yıldızların ve gezegenlerin dünya etrafında dolanıp duran tanrılar ve ruhlar olduklarına,güneş ve ay ile birlikte gökyüzündeki konumlarının insanların kişiliklerini etkilediğine yaşamlarını şekillendirdiğine inanılıyordu.Bu inanış astrolojinin temelini oluşturdu,yani astroloji tamamen bir inanış sistemidir.
Astronomi ise bir bilim sistemidir. Dünyayı uzaydaki milyarlarca gök cisminden biri olarak görür,bir bilim dalı olarak diğer pozitif bilim dallarıyla,yani matematikle,fizikle,kimya ile de ilişkilidir. Astronomiye göre burçlar kuşağında 12 değil 13 yıldız kümesi vardır. Ophiuchus adı verilen bu burç,akrep ve yay burçlarının arasında yer alır.Astronomiye göre dünyanın hareketi sırasında salınım yapması nedeniyle burçlar 4000 yıl öncesine göre bir burç kaymışlardır.
Burçlar kuşağını 12 parçaya Babilliler bölmüşlerdir ama gökyüzündeki yıldızları şekillendirmek ve tanrılarla özdeşleştirmek milattan önce 4000 yıllarına,Sümerlere kadar uzanır.Örneğin Kova burcu su taşıyan adam, o zamanlarda yeryüzüne ölmezlik suyu taşıyan Cennet tanrısı An'ın simgesi olarak kabul edilmişti. Babillilerden sonra gelen Mısır,Yunan,Roma gibi tüm kültürlerin yıldız burçlarını görüş ve değerlendiriş şekilleri günümüz burç tanımları ile hemen hemen aynıdır.
Eski uygarlıkların her bir yıldız kümesindeki parlak yıldızların oluşturdukları şekilleri yeryüzündeki bir şekle benzeterek adlandırdıkları söylenir ama bu pek akla yatkın değildir.Yıldız burçlarına saatlerce bakılsa bile balık burcundaki balık,yengeç burcundaki yengeç görülemez. İçinde 277 görülebilir yıldız bulunan Büyük Ayı'nın sadece en parlak 7 yıldızın oluşturduğu şeklin ayı ile hiçbir alakası yoktur,olsa olsa cezveye benzer.
Belkide bugün biz gökyüzünü 4 bin yıl öncesi kadar net göremiyoruz.Şehirlerin parlak ışıkları ve hava kirliliği onları eskisi kadar parlak ve net görmemizi engelliyor.Aslında içinde görülebilir yüzlerce yıldız bulunan bir bölgedeki yıldız kümesinden,aynen tuvalette yer karolarındaki siyah lekeleri çeşitli şekillere benzetenler gibi herkes kendine göre bir şekil çıkartabilir.
Eski uygarlıkların yıldızları ve yıldız kümelerini bazı şekillere bezeterek değil de mitolojik hikaye ve efsanelere dayanarak adlandırmış olmaları daha mantılı görünüyor.Örneğin batı kültürleri boğa,akrep,balık gibi isimleri seçerken Çinliler kaplan,sıçan,yılan gibi isimleri kullanmışlarıdr.
Zodyak,yani yıldız burçlarını şekillendirme be isimlendirme binlerce yıl önce Mezopotamya da başladığı halde bu devirlerden kalma yazılı belgeler çok azdır.Ancak eski Yunanuygarlığından itibaren her türlü bilgi,rivayet ve efsane yazılı hale getirilmeye başlanıldığından yıldız burçlarının hikayeleri Yunan mitolojisiyle özdeşleştirilir.Aslında akrep,balık,yay gibi burç isimleri o takım yıldızların isimleri değil onları sembolize eden şekillerin isimleridir.Burç isimleri genellikle her yerde aynıdır ama yine de toplumuna göre ufak tefek farklar vardır.Örneğin her yerde adı Virgin ( bakire) olan burç Türkçe de Başak olmuştur.












Devamini Oku..

Işığın insanlar için Önemi nedir

Işığın insanlar için Önemi nedir
Işık,canlıların görmelerini sağlayan bir enerji çeşididir.Saniyede ortalama 300 bin kilometre hızla dalgalar halinde görülür.Güneş dünyanın en önemli enerji kaynağıdır.Güneş ışığının olmadığı bir dünya düşünürsek malesef ki o dünyada hiçbir canlı yaşamını sürdüremez. Dünyayı ısıtan güneş besinlerin gelişmesini ve nefes almak için uygun havayı güneş ışığı sağlamaktadır.Günlük hayatta kullanılan yakıtların oluşmasında tamamen güneş ışığına bağlıdır.İnsanlar bugün petrol,kömür ve doğalgaz yaktığında bu depolanmış enerjiyi kullanmaktadırlar.Elektrik ışığı yapay bir ışık kaynağıdır.Ama doğal yada yapay her türlü ışık atom denen parçacıklardan meydana gelir.Atomlar enerji yüklüdürler.Enerji parçacıklarına foton denir.Işık,elektromanyetik ışınım (radyasyon) üreten fotonlardan oluşur.Işık görülebilir,oysa radyo dalgaları ve X ışınları gibi öteki elektromanyetik ışınım türleri gözle görülemez.
Işık insanlara dolaylı yoldan yada direkt etki edebilir.Güneş ışığı tamamıyla bir radyasyondur.Işık dünyaya girdiği eznada dünyanın ısısını belirler.Bitkiler fotosentez yapmak için ışığa ihtiyaç duyarlar.Bilindiği üzere fotosentez olmazsa oksijen üretimi biter.
Devamini Oku..

HAPŞIRANLARA NEDEN ÇOK YAŞA DENİR

HAPŞIRANLARA NEDEN ÇOK YAŞA DENİR
Hapşıran bir kişiye çok yaşa demek adeti hemen hemen her kültürde vardır.Anlam olarak biraz değişik de olsalar sonuçta aynı kapıya çıkarlar. Hapşıranlara İngilizlerin '' God bless you'' , Almanların '' gesundheit'' , İtalyanların '' felicita'' deme adetlerinin kökenleri, hapşırmanın kişi için önemli bir tehlike olduğuna inanılan çok eski zamanlara kadar gider.
İnsanlar asırlar boyu yaşamın sebebinin ruh olduğuna ve ruhun ise insanın başının içinde olduğuna, hapşırmanın bu hayati güce zarar verebileceğine inandılar.Hapşırmanın soğuk algınlığı ile ilişkili olması bu inanışı güçlendirdi.İnsanlar hapşırıklarını tutabilmek için her yolu denediler.
Milattan önce 4. yüzyılda Aristo ve tıbbın babası sayılan Hipokrat'ın öğretileriyle insanlar, hapşırmanın başın yabancı maddelere karşı bir savunma refleksi olduğunu öğrendiler. Hapşırma bir hastalığın başlangıcı olduğundan hastalığın sonunun kötü bitmemesi için hapşırana uzun yaşa,sağlıklı yaşa, gibi sözlerin söylenmesi adeti bu zamanlarda başladı.
Yaklaşık 100 yıl sonra Romalılar hapşırmanın iyi bir şey olduğuna , insanı hastalıktan koruduğuna, hapşırığı tutmanın hastalığın kuluçkaya yatmasına belki de ilerde ölümüne sebep olabileceğine inandılar. Artık hapşıranlara tebrikler veya iyi şanslar deniliyordu.
Hapşırana çok yaşa denilmesinin kökeni birçok kültürde bu şekilde olmasına rağmen Hristiyanlık deyimi olan '' god bless you ( Tanrı seni takdis etsin) cümlesinin kökeni ayrıdır.Altıncı yüzyılda İtalya da bulaşıcı ve öldürücü veba hastalığının tüm şiddeti ile başlaması ve bu hastalığın belirtisinin kronik hapşırma olması nedeniyle,hapşıranlara ''god bless you'' denilmesi Papa tarafından yasal olarak yayınlanmış ve mecbur kılınmıştır. Bu yasa ile ayrıca hapşıranın çevresinde ''God bles you'' diyecek kimse yoksa , o kişinin kendi kendisine ''god help me'' (tanrı yardımcım olsun) demesi de tavsiye edilmiştir.
Genelde çok yaşa diyene sen de gör yani ''sen de benim yaşamımı görecek kadar çok yaşa'' denilmesi adettendir. Hapşırana çok yaşa deyince hapşırmanın kesileceğine inananlar da vardır.
Devamini Oku..

Kangurular Neden Sadece Avustralya'da Yaşar

Kangurular Neden Sadece Avustralya'da Yaşar
Aborjinler dışında 200 yıl kadar önceye kadar kanguruların varlığını kimse bilmiyordu.İlk Avustralya kaşifleri ve göçmenleri daha sonra gören kişilerdi.
Avustralya da yaşayan birçok memeli de olduğu gibi kangurunun da bir kesesi vardır. Avustralya ve komşusu adalar keseli hayvanların sıklıkla rastalndığı yerlerdir. İlk memeliler bundan 100 milyon yıl önce dinozor çağında görülmüştür.Bir memli beslenirken içindeki doğmamış bebeği de beslenir. Keseli memelilerde kese bu görevi görür.Yeni doğanlar çok zayıftır ve annelerinin kesesinde gelişirler.Dünyanın iklimi değiştiğinde dinozorlar öldü.Memeliler değişik yollarla çoğaldı ve büyüdüler.Dünyada ki en geniş hayvan topluluğu oldular.Fakat placental memeliler keseli memelilere göre daha başarılı oldular,beyinleri çok gelişti ve bebeklerin anne bedeni içindeki gelişimleri keselilere göre daha iyi oldu.Keselilerin önemli bir kısmı yeryüzünden kayboldu.Yaşanılacak yerler için diğer memelilerle rekabet edemediler.Fakat bu Avustralya ve güney Amerika da olmadı.Bilim adamları bir zamanlar Güney doğu Asya'dan Avustralya'ya bir bağlantı olduğuna inanıyorlar.Bu bir adalar zinciri ya da bir boğaz olabilir.Böylece placental memeliler ilerlemeden önce keseli memeliler Avustralya'ya yayıldılar.
Devamini Oku..

Bir Hafta Neden Yedi Gündür

Bir Hafta Neden Yedi Gündür
       
 Zamanla bir günden uzun,bir aydan da kısa bir zaman birimine ihtiyaç duyuldu. Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanmaya başlamışlardır. Sonraları Yunanlılar,Çinliler ve Mısırlılar 10 günlük, Romalılar ise 8 günlük haftayı kullanmaya başlamışlardır.Bir hafta olarak kabul edilen 7 günlük sürenin kaynağı tam olarak bilinmiyor. En kuvvetli tez bu sürenin ay'ın evrelerinden kaynaklandığıdır.
        Ay'ın dört evresinin sürelerine en yakın olan sayı yedidir. Ancak bu doğal ve astronomik temelin yanı sıra astrolojik bir inanışın da,ta Babilliler zamanından beri,yedi günün bir hafta olarak seçilmesinde rol oynadığı belirtilmektedir. İlk çağlarda bilinen 5 gezegen ile güneş ve Ay'ın toplam sayısının yedi olması bu sayıya gizemli ve uğurlu bir sayı olarak bakılmasına neden olmuştur. Daha sonraları dinlerde göklerin yedi kat oluşuna inanış, müzikteki ana nota ve tabiatta ki ana renk sayısının da yedi oluşu bu sayının gizemini iyice artırmıştır. Takvimde yedi günlük haftanın resmiyet kazanması ise milattan sonra 327 yılında Roma İmparatoru 1.Konstantin'in çıkardığı emirle olmuştur.Tevrat'ın yaratılış anlayışına göre Tanrı evreni 6 günde yaratmış,yedinci günde de (cumartesi) dinlenmiştir. Hristiyanlar haftayı Tevratta ki şekliyle kabul ettiler,yalnız Hz. İsa'nın diriliş hatırasına yedinci gün değil de birinci gün,yani pazarı Tanrı günü olarak kabul ettiler. İslam dininin doğuşundan sonra da yine yedi günlük süre hafta süresi benimsendi.Ancak Hz. Muhammed'in müminleri mescitte toplayıp,namaz kıldığı hutbede devlet ve günlük işleriyle ilgili açıklamalar yaptığı altıncı gün (cuma) dinlenme günü olarak kabul edildi. Türkiye Cumhuriyetinde 27 mayıs 1935 tarihinde yayımlanan bir kanunla tatil günü cumadan pazara alınmıştır. 1792 yılında Fransa takvim yapısını değiştirerek 10 günü bir hafta olarak kabul etti ama yürütemedi. Rusya 1929 da 5 günlük hafta uygulamasına geçti,sonra 6 güne çıkardı ve sonunda pes ederek 1940 da 7 günlük haftaya dönüş yapmıştır.
Devamini Oku..